Sayfalar

15 Ekim 2013 Salı

Osmanlı hekimlerinin yüksek ahlâkı

osmanlı hekimleri
osmanlı hekimleri

Sultan İkinci Mahmud devrinde İstanbul'a gelip yıllarca ülkemizde tedkikler yapmış olan Doktor Brayer 1836'da yayınlanan eserinde diyor ki:

• Herhangi bir Türk hekimine muayene için gelen hasta çok da olsa, toplanan para gayet az olur: Çünkü bu hastaların dörtte üçü fakir tabakadan olduğu için hekim onlardan hiçbir ücret istemez. Hastalar para vermeden çıkıp gider.

• Para verenlerin birçokları da orta tabakaya mensup oldukları için pek az bir şey verirler. Meselâ bir gün ayağından kan aldıran bir Harem ağası masanın üstünde altı para bırakıp gitmiştir.

11 Ekim 2013 Cuma

Gerçekten bağımsız bir devlet miyiz? 1949'dan beri eğitim müfredatımızı bile ABD hazırlıyor. (Fulbright Eğitim Komisyonu)

Fulbright Eğitim Komisyonu
Fulbright Eğitim Komisyonu



'27 Aralık 1949 tarihinde, yani İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı döneminde,

Türk çocuklarının eğitimi resmen Amerikalılara teslim edildi.

ABD ile imzalanan ikili anlaşma gereği, sekiz kişiden oluşan bir Eğitim Komisyonu kuruldu.

Bu komisyonun adı Fulbright Eğitim Komisyonu idi.

Sekiz üyeden dördü Amerikalı, dördü de Türk'tü.

Bu Komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programlarını belirlemekti. Gençler bir ulusun geleceği demek değil midir? Türk ulusunun geleceği olan gençlerin eğitimi, yarısı Amerikalılardan oluşan bir komisyona bırakılıyordu.

Bu kadarla kalsa neyse, komisyon herhangi bir konuda karar verirken oylar 4 evet, 4 hayır çıkarsa ne olacaktı? Çözüme bakınız; O tarihte Ankara'da bulunan Amerikan Büyükelçisinin vereceği oy, belirleyici olacaktı.

Çok açık değil mi, Türk gençlerinin ne tür bir eğitimden geçeceği, derslerde hangi konuları ne tür boyutlarda öğreneceği, Amerikalılara bırakılmıştı. Bu tür bir uygulamayı, ancak sömürge ülkelerinde görebilirsiniz.

Daha acısını söyleyeyim;

O tarihten günümüze kadar olan süreçte kurulan Atatürkçü hükümetlerin hiçbirisi, bu anlaşmayı ortadan kaldırmayı düşünmedi.

27 Mayıs 1960 İhtilalini yapanlar, kendilerini 'devrimci' olarak niteleyenler, Fulbright Eğitim Komisyonu'nu ortadan kaldırmadılar!

29 Eylül 2013 Pazar

Preveze deniz savaşı

preveze deniz savası
preveze deniz savası


Kapdân-ı derya Barbaros Hayreddîn Paşa’nın, Andrea Doria komutasındaki haçlı donanması ile yaptığı deniz savaşı. Savaş, 27 Eylül 1538’de Adriyatik denizinin Arta körfezi kıyısında Preveze kalesi önündeki açık sularda yapılmış, Osmanlı donanmasının zaferi ile sonuçlanmıştır.

Üç kıt’aya hâkim olan Osmanlı Devleti’nin güçlü hükümdarı Kanunî Sultan Süleymân Han komutasındaki kahraman ordusu, doğu ve batıdaki düşmanlarına karşı zaferler kazanıyordu. Bu sırada Midilli’de doğup denizlerde büyüyen Barbaros Hayreddîn Paşa da, Cezâyir sultanlığını elde etmiş olmakla beraber, cihân pâdişâhı Kânûnî’nin elini öpüp, duâsını almak şerefine kavuşmak saadetine ermişti. Yüce Pâdişâh da kendisine düşeni yapmış, haçlı korsanlarına Akdeniz’i dar eden mazlumların sığınağı Barbaros Hayreddîn Paşa’ya, kapdân-ı deryalık vermişti. Sahip olduğu sür’atli gemiler, usta reisler ve kahraman leventlerine, pâdişâh duâsını da ekleyen Barbaros Hayreddîn Paşa, Cihân devletinin kapdân-ı deryası olarak Akdeniz’de haçlıların bir tahta parçasını bile yüzdürmelerine müsâade etmedi. Bir zamanlar Akdeniz’de vahşet, kan ve zulmün bayrakdârlığını yapan hıristiyan devletlerin korsan gemileri, iç koylardan dışarı çıkamaz oldular. Artık haçlı mezâlimi yerine Akdeniz’in engin sularında Osmanlı adaleti hüküm sürmeye başladı.

Müslümanlığın en geniş yayılma devri olan bu yıllarda, bir taraftan Hint denizinde, bir taraftan Akdeniz’de, bir yandan da Avrupa’nın Avusturya ve Boğdan cephelerinde, Türk ordu ve donanmaları zaferden zafere koşuyorlardı. Hilal-haç kavgasının son safhası, Almanya imparatoru ve İspanya kralı beşinci Charles Ouint’in, Tunus seferiyle başlamış ve ondan sonra birbirini tâkib eden; İtalya, Venedik, Avusturya, Hindistan ve Boğdan seferleri aynı zincirin halkaları olarak devam etmişti.

21 Eylül 2013 Cumartesi

Ezanın Türkçeleştirilmesi (Türkçe Ezan, Türkçe Kur'an, Türkçe Namaz ve Tekbir projesi)

ezan
ezan


76 SENE ÖNCE… 29 OCAK 1932

Bilindiği gibi, İslamda imandan sonra ilk emir namaz… Namazın vakitleri, müslümanlara, belli ve belirli lâfızlarla ve yüksek sesle okunan ezanla duyurulur. Bir beldede İslamın ve müslümanların varlığının sembolü ezandır. Ezan öyle bir sembol ki, Müslüman olan bir bölge halkı, ezan okumamakta diretse, İslam hukukçularına göre, başka bir çare yoksa onlara harp ilan edilir...

Allah’a, Allah’ın peygamberine ve âhiret kurtuluşuna çağırdığı için, ezan aynı zamanda İslama bir çağrı ve dâvettir. Bu dâvet, dünyada Müslüman bulunan her yerde devamlı tekrarlanır durur…

Ezan, “bildirmek, duyurmak, çağrı ve ilan” mânâlarına gelir. Ezan okuyana “müezzin” denir.

Ezan kelimesi, Kur’ân-ı Kerim’de Tevbe sûresi 3. âyette “Bildiri” mânâsında, Hacc sûresi 27. âyette de “Îlan” mânâsında geçer. Mâide sûresi 58. âyet ile Cuma sûresi 9. âyette de mânâ olarak ezandan bahsedilir. Müezzin kelimesi de A’raf sûresi 44. âyet ile Yûsuf sûresi 70. âyette “Îlan edici” mânâsında geçmektedir.

Ezan okumak; Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlere göre müekked (kuvvetli) sünnet. Bâzı Hanefî âlimlerine göre de vâcib. Onun için, “Ezan vâcib derecesinde kuvvetli sünnettir” deniliyor.

Ezan, namaz vakti girdikten sonra okunur. Vakitten önce okunan ezan okunmamış sayılır, tekrar okunması gerekir. Ezanın sözlerinin sırası değiştirilirse yeniden okunması icap eder.

Namaz İslamın Mekke döneminde farz kılındığı halde, ezan henüz meşrû kılınmadığı için müslümanlar Mekke döneminin tamamında ve Medine’de ilk dönemde zaman zaman bir araya gelip namaz vakitlerini beklerlerdi. Namaz vaktini bildirmek için bir müddet “Essalâh! Essalâh!..” diye namaz için çağrıda bulunuldu. Fakat bu kâfi gelmiyor ve başka bir işarete ihtiyaç duyuluyordu…

Başka din mensuplarının yaptıkları gibi boru öttürmek, ateş yakmak veya bayrak asmak gibi teklifleri onlara benzemek olacağından Resûlüllah Efendimiz kabul buyurmadılar…

Ezan, o sıralarda ashabtan Abdullah bin Zeyd’e rüyasında bildiğimiz şekliyle öğretildi. O da rüyasını Peygamberimiz’e anlattı. Hazret-i Ömer (r.a.) aynı rüyayı kendisinin de gördüğünü söyledi. Hazret-i Resûlüllah Sallâllâhü Aleyhi ve Sellem, Bilâl-i Habeşî Hazretleri’ne, rüyada öğretilen şekilde ezan okumasını emretti. Hz. Bilal yüksek bir evin üstüne çıktı ve ilk olarak sabah ezanı okudu…

Ezan, 75 sene öncesine kadar İslamın yayıldığı her yerde aynı şekilde asırlarca okundu durdu…


EZANIN TÜRKÇELEŞTİRİLMESİ

Osmanlı döneminin son zamanları ve 2. Meşrûtiyeti takip eden yıllarda “Türkçülük ve Dilde Sadeleşme” akımının arkasından, önemli münakaşalara sebep olan “Ezanın Türkçeleşmesi” meselesi ortaya atıldı. Bu fikri 1918’de ilk ortaya atan Ziya Gökalp idi. Gökalp, Osmanlılık idealini taşıdığı dönemde, 1908’de Ezan adlı şiirinde, ezanı “Büyük asrın (asr-ı saadetin) sesi” olarak anıyor ve şu mısralarla övüyordu:

Okunurken ezan, sanır her vicdan

Cebrâildir; gelmiş Bilal ağzından

Bütün İslam âlemine seslenir
.

Bu mısraların sahibi Ziya Gökalp, Selânik’e yerleştikten sonra 1918’de yazdığı Yeni Hayat kitabındaki “Vatan” şiirinde 180 derecelik bir dönüş sergiliyor ve şöyle diyordu:

Bir ülke ki câmiinde Türkçe ezan okunur

Köylü anlar mânâsını namazdaki duânın

Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur’an okunur

Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hudâ’nın

Ey Türk oğlu işte senin orasıdır vatanın

Bu güne değin en çok tıklanılanlar